xmlns:fb='http://www.facebook.com/2008/fbml' Mutfakta Kedi Var: İNSAN OLMAK ve HAYVANLARIN YAŞAM HAKKINA SAYGI ÜZERİNE
expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

26 Aralık 2012 Çarşamba

İNSAN OLMAK ve HAYVANLARIN YAŞAM HAKKINA SAYGI ÜZERİNE



Hayvanlarla ilgili yayın yapan bir belgesel kanalında iki program izliyorum.

Birinde, Amerika’da çitaların yaşadığı bölgeye yakın ve insanların sıklıkla gittiği bir yeşil alanda bir aile piknik yapıyor. Baba mangalı yakmış, anne piknik masasını kuruyor, küçük kızları da bir kenarda oynuyor. Bir süre sonra küçük kız dolaşmak için ağaçların arasına dalıyor ve bir çitanın saldırısına uğruyor. Çığlıklarına yetişiyorlar ve küçük kız yaralarıyla kurtuluyor. Baba ile yapılan röportajda baba şunları söylüyor: “Bu bölge onların yaşam alanı ve yaşamak için yiyecek bulmak zorundalar. Daha dikkatli olmalıydık, onların alanına giren biziz aslında. Kızım kurtulduğu için çok şanslı ve mutluyum.”

Bir başka programda olay İsrail’de leoparların yaşadığı bölgeye yakın bir kasabada geçiyor. Leoparlar yiyecek bulmak için ara ara kasabaya indiğinden, herkes evini güvenlik altına alarak, kapıları sıkıca kilitleyerek yatıyor. Ama o kasabada yaşayan ailelerden biri o gece bahçe kapısını kapatmayı unutuyor ve o gece uykusu tutmayan adam karanlıkta bazı sesler duyuyor. Yataktan kalktığı an karşısında gördüğü büyük ve hırıltılı bir karaltı oluyor. Bunun bir leopar olduğunu fark ediyor, yataktan yavaşça doğruluyor, belki bölge koşullarına adapte olmuş olmanın verdiği deneyimle, leoparı ensesinden kollarıyla kavrıyor, hayvanı bacaklarının arasına alıyor, eşine sesleniyor ve yetkilileri arıyorlar. Gelen yetkililer ne yapıyor? Leoparı alıyorlar, muayenesi yapıldıktan sonra yaşadığı bölgeye geri bırakılacağını belirterek veterinere götürüyorlar. Veteriner kontrolünde leoparın bir kemik hastalığının olduğu, uzun süredir aç kaldığı ve bu yüzden kasabaya inmiş olabileceği ve bu şekilde yaban hayatta yaşamını sürdüremeyeceği belirtilerek, görevlilerin kontrolünde doğal yaşam parkına alıyorlar. Doğal yaşam parkı denilen de, gerçek anlamda bir doğal yaşam parkı. Ve leoparın, evine girdiği adam şunları söylüyor: “Onu anlayabiliyorum. Sonuçta açtı ve yiyecek bulması gerekiyordu. Burası onların da yaşam alanı, daha dikkatli olmalıydık.”

Bu iki programı izlerken ister istemez şu soruyu soruyorum kendime: Bu olaylar ülkemizde gerçekleşse idi, ne şekilde sonuçlanırdı? Bu sorunun yanıtını bulmak zor değil, aynı şekilde sonuçlanmayacağı aşikar. Bırakın çitayı, leoparı, hatta bırakın bir saldırıyı; bir kedinin, bir köpeğin varlığına dahi tahammül edilemeyen bir toplumda yaşıyoruz ne yazık ki.

Günlük konuşmalarda her insan sevgi, hoşgörü, farklılıklara saygı, yaşam hakkı kavramlarını bir şekilde kullanır. Ancak bu kavramlar neredeyse her zaman insan üzerine kuruludur. İnsanları sevmek, onlara saygı duymak vs. şeklinde dile getirilir. Bu dile getirilişin ne kadarının hayata geçirildiği de tartışma konusudur.

Aşağıdaki resim, evren içerisinde canlıların yerini ve insanın kendini nerede gördüğünü çok güzel anlatıyor.


Yukarıdaki programlarda aktarılan olaylarda yer alan kişilerin, ekolojik sisteme ilişkin farkındalığa sahip ve yaşama hakkına saygı duyan kişiler olduğunu söylemek mümkündür. Bizim ülkemiz gibi ülkelerde bu resmin sol tarafındaki algı hakim olduğundan, diğer canlıları yok etme güdüsü gelişmiştir ve bu doğal karşılanmaktadır. Birçok ülkede hayvan öldürmek ciddi hapis cezaları gerektiren bir suç iken, Türkiye’de bu durum devlet eliyle dahi belediyeler aracılığı ile gerçekleştirilmekte, bu şekilde hayvan katliamı örtülü olarak yasallaşmaktadır.

İzmir’de bir genç tarafından hunharca öldürülen ve bu, kamera kayıtları ile belgelenen Yamuk kedinin hikayesini birçok kişi bilir; köpeğe tecavüz eden adamın 460 TL para cezası ile salıverildiğini birçok kişi hatırlar. Bu suçlar birçok ülkede ağır hapis cezalarına tabidir.

İşte insan olmak ya da insan olmak kavramları burada ayrışmaktadır. Bir köpeğin yaşam hakkına saygıdan söz ettiğinizde “insanların yaşam hakkına saygı var mı ki, hayvanlara olsun” mantığı devreye giriyorsa; “insan olmak” noktasında zayıf kalınıyor demektir. Bu mantığın işlediği toplumlarda her türlü suç oranının diğer toplumlara göre daha fazla olduğu ve özellikle şiddet, tecavüz gibi suçları işleyen yetişkinlerin büyük oranının çocuklukta hayvanlara şiddet ya da tecavüz etmiş olduğu araştırmalara dayalı bilinen gerçeklerdir.

İnsan’lık kavramının ikiye bölündüğü bir diğer nokta da, yine yukarıda aktardığım programlarda belirtilen “hayvanların yaşam hakkına saygı”dır. Bir toplum ki; bırakın var olmak hakkını, apartman kapılarının önünde mama ve su kabı görmeye, sokak köşelerinde kartondan yapılmış iki küçük ev görmeye tahammül edemediği gibi, sanki hayvanlar kendilerinin yaşam alanını işgal etmişçesine hoyratça bunları savuruyor, gözünü kırpmadan o hayvanları tekmeliyor, yaralıyor, çöpe atıyor ya da öldürüyor. Bir başka zihniyet, varlıklarından rahatsız olmuyor ama onların insan eliyle beslenmesini benimsemiyor, doğal hayatında kendi yiyeceğini bulması gerektiğini düşünüyor. Şimdi birlikte düşünelim: Şu anda ülkemizde sokakta yaşayan hayvanlar, doğal hayatlarında mı yaşıyor? İşgalci olan onlar mı?

Bir hayvan için doğal yaşam alanı demek; içinde doğup büyüdüğü, beslendiği, bağışıklık sisteminin o koşullarda geliştiği alan demektir. Düşünüldüğünde bu alanın yeşil alanlar olması gerekir. Ancak insanoğlunun bilinçsizce doğayı katlettiğini, yeşil alanları yok ettiğini ve bu canlıları betonların arasına mahkum ettiğini düşünürsek; bu koşullarda sokakta yaşayan hayvanların kendi yiyeceklerini nasıl bulabilecekleri sorusu ne şekilde yanıtlanır? Bir canlının yaşam alanı yok edilip orada yaşamını sürdürmesi nasıl beklenir?

İşte bunu bekleyenler varlıklarına tahammül edebiliyor ama “ne hali varsa görsün” deyip onları yok sayıyor; beklemeyenler ise gözlerini kırpmadan –sırf kendi orada onu istemiyor diye- yok edebiliyor. Ama aynı insan hayvanat bahçesine, yunus parkına ya da sirke gidip alkış tutabiliyor. İşte burada insanın kendisine “ben ne yapıyorum” sorusunu sorması gerekiyor. Çünkü toplumsal bilinç bunu gerektiriyor. “Her işim bitti onlar mı kaldı, ben kendi karnımı doyurdum da onlarınki kaldı” gibi yaklaşımlar işleri daha da kötüleştirmekten öteye gitmediği gibi, bu hayvanları yok saymak da insanın hayatını kolaylaştırmıyor.

EKOlojik sistemi katlederek, EGOları ile yaşamayı seçen toplumlar, diğerlerinin yaşam hakkını göz ardı etmek şöyle dursun, onların hayatta kalmaları için gereken her ne ise yapmak zorundadırlar. İnsanoğlu onlara bunu borçludur.

İnsan, TDK’nın da kapsamlı tanımında yer alan toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı olabildiğinde, gerçekten İNSANdır.

4 yorum :

  1. Şahane bir yorum.. Yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Ne tesadüf ki, insanın ilk hecesi de in..

    YanıtlaSil
  3. Sizin gibi iyi yürekli insanların yönetime gelmesi dileğiyle. Îyi günler. Yolunuz hep açık olsun.

    YanıtlaSil