xmlns:fb='http://www.facebook.com/2008/fbml' Mutfakta Kedi Var: 2013
expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

31 Aralık 2013 Salı

BİR TAKVİM DAHA BİTTİ

-Bir doğum günlerimizde,
 bir de yeni yıllarda büyüyoruz gibi geliyor...-

Bugüne kadar hiçbir yeni yılda bir şeyler yazmadım; ama tabii herkes gibi çok şeyler dilemişliğim var ve her yeni yılda yıllar önce takip ettiğim bir mizah dergisindeki karikatürü anımsıyorum.
Babası çocuğuna ne istediğini soruyor; çocuk en az 50 kalem istek sayıyor.
Çocukken bitmiyor isteklerimiz. Gerçekçi olsun olmasın, anne babamızın her istediğimizi bize sunabilecek kudrete sahip olduklarına olan inancımızın verdiği güvenle sınırsızca isteğe sahip oluyoruz.

Ama yıllar geçtikçe ve yaş büyüdükçe dileklerimiz ve isteklerimiz azalan sayılarıyla birlikte daha gerçekçi çerçevelerle çiziliyor; somuttan soyuta doğru kayıyor. Küçükken istediğimiz atari, bisiklet vs. yerini sağlık, mutluluk, huzura bırakıyor. Çünkü artık öğreniyoruz ki; bunlar olunca gerisi zaten oluyor.

Hele de belli bir yaşa gelmişseniz, hayata bakışınızın ve beklentilerinizin ayakları daha bir yere basmaya başlıyor. Dostluklarınızı, arkadaşlıklarınızı, kazandıklarınızı, kaybettiklerinizi, değenleri, değmeyenleri, kendinizi, ailenizi, insanları, hayvanları; kısaca dünyayı algılayışınızı bambaşka çerçeveler içinde buluyorsunuz.

En çok da hayatınızdakilerin yeri biraz daha önem kazanıyor. Gün geliyor bir bakıyorsunuz; sizi çok üzdüğünü düşündüğünüz insanlar, çok değer verdiğiniz nice insandan daha az zarar vermiş size. Nefretle andığınız adlar, tebessüm ettiren yüzlerle yer değiştirmiş. Kötü dediğinizin kötülüğünün samimiyetini bile, iyi dediğinizin iyiliğinin sahteliğine tercih etmeye başlamışsınız. Derinlerde, ne olursa olsun, hep itip öfkeyle andığınız adların aslında çok sevdiğiniz nice isimden daha değerli olduğunu görmüşsünüz. Ve bunu görmek sizi mutsuz etmemiş. Sadece içinizi biraz burkmuş.
Ve bakmışsınız ki; biraz daha büyümüşsünüz...
Ve görmüşsünüz ki; takvimlerle değil, yaşadıklarınızla büyümüşsünüz...

Son yaprağıyla ömrünün sonu gelmiş bir takvim,
son sayfasıyla miadını doldurmuş bir ajanda,
bir gün sonra değişecek olan bir son rakamdan öte güzelliklerle dolu ilkler olsun bu yıl hayatınızda.

Ailenizi, arkadaşlarınızı, dostlarınızı ve sokaktaki canları unutmadan...
Mutlu yıllar...

30 Aralık 2013 Pazartesi

ENGEL OLMA, DESTEK OL!

Bugün sizlere geçtiğimiz eğitim öğretim yılında gerçekleştirdiğimiz projemizden söz etmek istiyorum.

Dr. Hayal Köksal koordinatörlüğünde Kalite Okulları Merkezi tarafından 2003 yılından bu yana sürdürülen Uluslar arası Bilişimci Martılar Projesi kapsamında 2 eğitimci ve 6 öğrenci bir araya gelerek kurduğumuz PATİ DOSTU ELLER Grubu olarak hazırladığımız engelli hayvanların yaşam hakkına saygı ve empati konulu Engel Olma Destek Ol adlı projemiz, uluslar arası jüri ve eş değerlendirmeleri sonrası en iyi ortaokul projesi seçildi.

Böyle bir başarı elde etmenin gururu yanında, 1 yıl süren uygumalı çalışmalarımızda çocuklarda bu konuda farkındalık yaratabilmiş olmayı görmek çok mutlu etti bizi.

Ekip olarak 27-30 Kasım 2013 tarihleri arasında Hindistan’ın Lucknow kentinde yer alan City Montessori School'da düzenlenen 16. Uluslarası Öğrenci Konvansiyonu´nda 10 ülkeden gelen eğitimcilere ve öğrencilere projemizin tanıtımını yaptık ve okulun kurucusu J. Gandhi ile Proje Genel Koordinatörü Dr. Hayal Köksal’dan ödüllerimizi aldık.

Projemizden kısaca söz etmek gerekirse:

2 öğretmen ve 6 öğrenci bir araya gelerek PATİ DOSTU ELLER Grubunu oluşturduk ve "engelli hayvanlarla empati ve yaşam hakkına saygı" konulu “Engel Olma Destek Ol” adlı projemizi gerçekleştirdik.

Engelli denince akla ilk olarak engelli insanlar geliyor ve engellilerle empati kurabilmek, onların yaşam koşullarını anlayabilmek ve onlara ihtiyaçları olan desteği verebilmek için de birçok kurum ve kuruluş tarafından çalışmalar ve kampanyalar düzenleniyor. Ancak engelli denince bir de engelli hayvanlarımız var göz ardı edilen ve  bu konuda yürütülen çok fazla çalışma mevcut değil. En azından hayvanların engelli olma sebeplerinin farkında olunması ve onların yaşam hakkına saygı duyulması konusunda insanların bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalarımızı engelli hayvanlarla ilgili olarak yürüttük.

Proje çalışmalarımız kapsamında ulaşabildiğimiz herkesle bilgilendirme toplantıları ve okuldaki arkadaşlarımızla barınak ziyaretleri ile sokak beslemeleri gerçekleştirdik. Amacımız hayvan sevgisinin onlara dokunarak hissedilebildiğini görmelerini sağlamak oldu. Çünkü hayvanların engelli olmaları doğuştan getirilen nedenlerden çok insan kaynaklı nedenlere dayanıyor. İnsanlar onların varlıklarının farkında olduğunda, onları yakından sevmeyi öğrendiğinde, yaşam hakkına saygı duymayı başardığında hayvanlarımızın ölme ya da sakat kalma risklerini azaltma ve yok etme şansımız olabilir. İşte bu “yaşam hakkına saygı ve empati” temelinde özellikle okuldaki arkadaşlarımızı barınaklardaki ve sokaklardaki hayvanlarla bir araya getirdik; onlara dokunmalarını, gözlerindeki duyguyu ve sevgi ihtiyacını görmelerini sağladık. Başlangıçta korkan arkadaşlarımızın ilerleyen zamanlarda o korktuklarını söyledikleri köpeklerle sarmaş dolaş olduklarını görmek bizleri çok mutlu etti.

Hani bir kişiye dahi ulaşsanız amacınıza ulaşmışsınızdır ya; biz birçok kişiye ulaştığımızı görmenin heyecanını yaşadık açıkçası. İnanıyoruz ki, bugün bu projeyle hayvanlarla bir araya gelen arkadaşlarımız yarın başka arkadaşlarını bu konuda bilinçlendirecek ve belki bir kişi sayesinde onlarca kişi, onlarca kişi sayesinde yüzlerce kişi daha bilinçlenecek.

Biz doğaya saygıyı temel aldık. Günlük yaşamda insanlara sorsanız herkes doğayı, insanları, ağaçları, kuşları sevdiğini söyler; ancak iş bu sevgiyi eyleme dökmeye gelince durum çoğu zaman değişir. Hayvanlar da insanlar ve bitkiler gibi doğanın evlatlarıdır. Onlar da can taşıyor, acıkıyor, susuyor, uyuyor, sevilmek istiyor, yaralandıklarında canları acıyor. Bizden tek farkları bizimle aynı dili konuşmuyor olmaları. Tabii onları anlamak için aynı dili konuşmak da gerekmiyor. Kurumaya yüz tutmuş bir fidanın suya ihtiyacı olduğunu nasıl anlıyorsak, bir hayvanın gözlerine baktığımızda da neye ihtiyacı olduğunu görebiliriz. Yeter ki o gözleri okumayı bilelim.

Ben hep “bir hayvanı sevmek ona dokunmakla başlar” diyorum. Bu proje süresince öğrencilerimde de bunu gördüm. Onlara bir kere dokunduktan sonra kendileri için bu hayvanların bambaşka anlam taşıdığını söyleyenler oldu aralarında.

Bu canlar da bizler gibi karınlarını doyurmak ve huzurla yaşamak için çabalıyorlar. Doğadaki bütün canları en doğal hakkıdır bu. “Sokağımdaki köpek çok havlıyor, kediler çöpleri dağıtıyor” gibi düşüncelerle onları sorun olarak algıladığımızda asıl sorunları görme şansımızı yok ediyoruz aslında. Havlamak köpeğin doğasıdır. Bunu rahatsızlık verici bir durum olarak gören insanın doğaya saygısını sorgulamak gerek. Kediler çöpleri dağıtıyor; çünkü açlar. Eğer ben kapımın önüne bir parça yemek ve su koyarsam o kedi o çöpe muhtaç hale gelmez. 

Bir kedinin çöp kutusunda geziyor olması onun pisliğinden değil, insanın ayıbındandır.

Bugün birçok çocuk sokakta gördüğü bir hayvanı bütün saflığıyla ve sevgisiyle sarmalamaya çalıştığında ebeveyni tarafından “elleme, pis” gibi cümlelerle ondan uzaklaştırılıyor. Çocukluğumuzda evlerin sorgusuzca paylaşıldığı, kışın sobanın dibindeki minderine sokulan hayvanlar ne ara bu kadar pis oldular? Asıl sorun yanlış bildiklerimiz ve önyargılarımız.

Bugün birçok insan sokakta bir köpeğin başını okşasa tedavisi mümkün olmayan hastalıklara kapılacakmışçasına endişe ediyor. Hayvanlardaki pirelerin insanlara geçebileceğini sanıyor. Bunun yanında onlara özgü hastalıkların insana bulaşmadığını, salyalarının antiseptik özellik taşıdığını bilmiyor.

Bu bilgisizliğin ve buna bağlı sevgisizliğin önüne geçebilmek, çocuk yaşta hayvan sevgisini yüreklere yerleştirebilmek için de bu projeyi gerçekleştirdik ve bu eğitim yılında da bu projemizi kendi bünyelerinde uygulamak isteyen okullarla işbirliği yapmak istiyoruz.

Ne kadar çok çocuğa ulaşabilirsek, yarına o kadar çok doğaya ve canlıya saygılı yetişkinler sunma şansımız artacaktır.

Proje ortağı olmak isteyen okullar ile paylaşımlarımızı takip etmek isteyen canseverler facebook sayfamızdan bize ulaşabilirler: http://www.facebook.com/patidostueller


Planlama aşamasından itibaren bütün çalışmalarımız bu adreste mevcut.











21 Ekim 2013 Pazartesi

KURBAN OLAYIM!

Bir kurban bayramı sonrası daha…
Aklımda kalan görüntülerin rengi yine kırmızı
Yine her yerde kan var…
Bu bayram yine içimi acıtan bir sürü kesim fotoğrafı gördüm.
Ancak içlerinden biri vardı ki, “daha kötü ne olabilir, daha iyi nasıl anlatabilir” demekten kendimi alıkoyamadım.
Bir koyun…
Kurban edilmiş…
Eti kimbilir kaç ayrı pakete bölüştürülüp yerleştirildi buzdolabına.

Kesilen kafası kırmızı zemin üzerinde, atılıvermiş bir kenara.
Aynı karede bir de koç var.
O hâlâ yaşıyor. En azından bu fotoğraf çekilirken yaşıyor.
O kesik kafanın üzerinde başı. Öpüyor onu.
Her gün onlarca günah işleyen insanoğlu, hanesine bir yenisini daha ekliyor.
Ve bunu bilmiyor bile…
Çünkü duyguları yok.
Ama o hayvanın var.
Diğer tüm hayvanlar gibi.
Bu ne bu uğurda kurban edilen ilk can, ne de son…
Bu fotoğrafları görünce her seferinde olduğu gibi, yine aynı şey geçiyor içimden:
Bu fotoğrafa baktığınızda vicdanınız sızlamıyor, utanmıyorsanız; insanlığınızı bir kez daha sorgulayın!

27 Ağustos 2013 Salı

BİLİRİM, SON PERDE BU...

Uzun zaman oldu yazmayalı.
Bunca ay sonra bir kayıpla yazacağımı düşünmemiştim açıkçası.
Dün akşam sevgili arkadaşım, can dostum Yeşim'in 5 yaşındaki kedisi Bıdık'ın ölümü ile sarsıldık.
Belki şu an bu cümleyi okuyan kimi insanlar "bir kedinin ölümü mü sarsan, bunca insan ölürken..." diyebilir.
Evet, bir kedinin ölümü sarsan...
Bu cümleyi çok kez duyuyoruz bizler.
2 yıl kadar önce sevgili kedim Duman'ı kaybettiğimde işyerimden birçok arkadaşım üzüntümün boyutuna anlam veremeyip "hiç mi bir yakını kaybetmemiş ki bir kedi için bu kadar ağlıyor" demişlerdi benim için.
Yakın bir arkadaşım bunu bana söylediğinde "evet böyle yanı başımda bir yakınımı kaybetmedim ben" demiştim.
Adı üstünde: Yakın.
İnsan, hayvan, bitki...
Ne fark eder...

Bir sevgiyi paylaşıyorsanız, bir eşyanızla vedalaşırken bile kimi zaman üzülmüyor musunuz?
Biz dün gece Bıdık ile böyle üzüldük.
Sevgili dostum Yeşim, eline doğan ve son iki yıldır kanserle mücadele eden sevgili kedisi Bıdık'ı kaybetti. Ölümün kapıda olduğunu bilseniz, kapıyı çalmasını bekleseniz bile hiçbir zaman varlığını kabullenemiyorsunuz.
Tesellimiz Bıdık'ın şanslı bir kedi oluşu.
Ölümünün ardından kendimizi avutmak için tek dayanağımız bu oldu.
"Huzur içinde yaşadı ve huzur içinde öldü."
Doğduğu evde çok sevildi, annesi ve anneannesi ile birlikte yaşadı ve yaşadığı evin bahçesinde sonsuz uykusunda şimdi.
Bir can'ı sevmekle başladığı gibi, her şey bir canı sevmekle de sona erebiliyor bazen.
Neyi sevdiğinizden öte nasıl ve ne kadar sevdiğiniz önem kazanıyor bir süre sonra.
Sahip olduğunuz şeyi delicesine seviyorsanız, onun bir canlı ya da eşya olmasının hiçbir önemi kalmıyor.
Sizin için önemli olan tek şey, onunla aranızdaki duygusal bağ oluyor.
İşte biz; canım arkadaşım Yeşim, Bıdık'ın bütün sürecini takip eden Sevgili Veteriner Hekim Serhat (Keleş) ve ben dün gece bu sevgiyi sonsuza uğurladık.
Bıdık şimdi melek arkadaşlarıyla koşuyor.
Bir daha karşılaşacağımız zamanı bekleyerek...

21 Mart 2013 Perşembe

SOKAK KÖPEKLERİNİ ANLAMAK


Sokak köpeklerine selam vermeye başladıysan, insan olmaya çeyrek kalmıştır.
                                                                                                                   Sadri Alışık
Yüreğine pati değmemiş her insan biraz eksiktir derim ben. Çünkü gerçek hayvan sevgisi, bir hayvana dokunduğunuz anda başlar. Onunla temas ettiğiniz an, duygu alışverişinde de bulunursunuz. Gözlerini gözlerinize diker ve konuşur.
İşte ben de bu güzel gözlerle birkaç gün önce karşılaştım.
Sevgili arkadaşım Serap'la bir toplantı dönüşü Levent metro çıkışında boynunda tasması ile bu güzellik yatıyordu. Başını okşamak için eğildim, biraz sevdim; ardından yürümeye devam ediyordum ki benimle yürümeye başladı.
Epey bir yolu birlikte yürüdükten sonra bir sokağın başında durduk.
Acıkmış olabileceği düşüncesiyle çantamda taşıdığım kedi mamasını bıraktım önüne ama yemedi.
"Kime niyet kime kısmet" derler ya, sabah yerim diye alıp da yemediğim çatalı verdim ben de. Bu kadar sevebileceğini tahmin etmediğim gibi, bu kadar aç olabileceğini de tahmin etmedim.
Ardından çantamdaki yarım litre suyu içti. Doymadı, orada bulunan ve sohbet ettiğimiz simitçiden aldığımız 1 çatal + yarım litre suyu da mideye indirdi :-)

Gelip geçenlerin bakışları arasında, simitçi ile ve yanımıza yaklaşan bir dedenin kendi baktığı kuşları ve kedileri dinleyerek güzel bir yarım saat geçirdik orada ve ondan çok zor ayrıldık. O da öyle...

Sevgili arkadaşım Serap'ın çektiği bu güzel fotoğraflar hatıra kaldı bana...
Onu bırakıp da metroya nasıl bindiğimi bile bilmiyorum.
Çok zor değil sokakta gördüğünüz bir canlıyı doyurmak, başını okşamak...

İnsan bilmediğinden korkar -derler ya, sokak köpeklerinden de birçok insan korkar. Halbuki onları anlamak ve tanımaktır bu korkudan sıyrılmanın yolu. Bir sokak köpeğinin bakışlarından, ne demek istediğini anladığınızda korkularınızın da sizi yavaş yavaş terk ettiğini görürsünüz...

SEVMEKTEN KORKMAYIN..!

3 Mart 2013 Pazar

SOKAKLARDA BİR SİYAM


Siyam kedileri...
Günümüzde Tayland olarak bilinen Siyam'da bir zamanlar kutsal tapınaklarda bakılan, buradan tüm dünyaya yayılan kediler...
Dünyanın diğer ülkelerini pek bilmiyorum ama ülkemizde petshoplarda yüksek fiyatlara satılan, bunun için özel üretilen kedilerden onlar...
İşte bu kedilerden biri Şubat ayında evimin bahçesinde belirdi. Onu ilk kez geçen Kasım ayında evime yeni taşındığım günlerde yine bu bahçede görmüş ve o an yanımda bulunan arkadaşıma "inanmayacaksın ama bahçede bir siyam var" demiştim. Kendi kedilerim gün içinde bahçede dolaşabildikleri için onu da, bloklardan birinin gezmeye çıkmış kedisi olarak düşünmüştüm. Yoksa bir siyamın sokakta olması alışık olunan bir durum değildi.

Aylar sonra onu bu kez de caddede görmüş ve yine çok şaşırmıştım. Üzerinden yaklaşık bir yıl geçti ve aynı kedi geçtiğimiz ay yine bahçemdeydi ve bu kez bir hafta kadar kaldı. Çok insancıl ve sakin oluşu dikkatimi çekti. Bir de kuyruğunun kısalığı.
Öncekilerden farklı olarak bu kez perişan görünüyordu. Gözleri siyah, tüyleri bakımsızdı ve kızgınlık dönemindeydi. Evde bakılan bir kedinin bu hale gelmesinin zor olduğunu düşündüm. Evden kaçmış olması düşük bir ihtimal göründü. Geriye sadece sokağa atılmış olma ihtimali kalıyordu.
Hemen ilgili sitelere ilan verip bir sahip aramaya başladım. Bu arada eve aldım, fotoğraflarını çektim. İstanbul içinden ve dışından onlarca insan bu kediye sahip çıkmak istediğini söyledi. İstanbul dışındakilere "aflarına sığınarak" il içinde sahiplendirmek istediğimi belirttim. Görüştüklerim arasında ciddi olduğunu düşündüğüm 2 kişi ile haberleştim. Ancak biri sonraki aramalarıma yanıt dahi vermezken; diğeri tüy, tırmalama vs. gibi sebeplerle vazgeçtiğini söyledi.
Bu çocuk kimbilir hangi heveslerle ciddi paralara satın alınmış ya da hediye edilmişti ve kimbilir hangi sebeplerle kendini sokaklarda bulmuştu. Tam ümidimi kesmiştim ki, Sevgili Ayşe bana ulaştı ve onu sahiplenebileceğini söyledi. Önceki deneyimlerimle oldukça olumsuz ve sorgulayıcı yaklaşsam da, beni ikna etmeyi başardı ve bu çocuğumuzu birlikte bir kliniğe yatırdık. Hem kısırlaştırılacak hem de ilk tedavisi yapılacaktı.

Feneryolu Ata Veteriner Kliniği'nde Veteriner Hekim Sevgili Vedat Atasoy da onu görür görmez çok şaşırdı. Hemen ilk muayenesi yapıldı. Yaşının 10'un üzerinde ve maalesef FIV taşıyıcısı olduğu ortaya çıktı. Ayşe'nin evde 2 siyamı daha vardı ve bu durumda onu sahiplenme umudumuz suya düştü.
Bu çocuk sağlıklı iken güzel bir yuvaya kavuşamazken bu haliyle ona kim evinin kapısını açacaktı?
5 gün klinikte kaldı siyam oğlum. Bu arada tedavisi gayet iyi gidiyor, kararan gözleri yeniden mavi rengini alıyordu.
Şimdi geriye sadece ona ömrünün geri kalanında iyi bakacak bir yuva bulmak kalmıştı. İnternette ilanlar sürekli dönerken, arkadaşlarıma haber iletiyordum. Derken Sevgili arkadaşım Tuğba, bir arkadaşının onu sahiplenebileceğini söyledi. Çok sevinmiştim. Durumunu anlattım. Görüşmeler sonrası hep birlikte bu güzel oğlumuzu masmavi gözleri ile yeni evine, Ahmet babasının yanına götürdük.
Biz ona Siyami demiştik, babası Siyamet adını verdi.
Daha kaç yıl yaşayacak, bilinmez..
Ama en azından kalan ömrünü bilmediği sokaklarda yemek aramakla geçirmeden, sıcacık minderinde pencereden dışarı huzurla bakarak tamamlayacağını biliyoruz...
Darısı Siyamet'in diğer tüm bahtsız arkadaşlarının başına olsun...

10 Şubat 2013 Pazar

SIRADIŞI BİR KEDİ HİKAYESİ

Önce hayvanı görüp, onun özel olup almadığını anlamak veya aramızda nadir bulunan bir bağ oluştu mu diye bakmak, bana hiçbir zaman doğru gelmemiştir. Konu hayvanlarsa, benim felsefem, tıpkı çocuk sahibi olmak gibidir. Çocuğun nasıl bir çocuk olursa olsun, onun sonradan ortaya çıkabilecek kusurlarını ya da karakterini göz önünde tutmaksızın, onu koşulsuz şartsız seversin.

SEVGİ BAĞI: SIRADIŞI BİR KEDİ HİKAYESİ, Gwen Cooper'in, adını Antik Yunan Şairi Homeros'tan alan gözleri görmeyen kedisi Homeros'un hikayesini anlatıyor.

Gwen onu ilk gördüğünde küçücük siyah bir tüy yumağı gibidir Homeros. Gözleri enfeksiyondan dolayı görmemektedir ve onu bulan çift, uyutulması için bir veterinere bırakır. Veteriner onu muayene eder, gözleri dışında sağlıklı olduğunu görür. Gözlerini tedavi edip sahiplendirmeyi düşünür. Ancak çift türlü bahanelerle bunu kabul etmez. Veteriner Gwen'i arar, ona bu küçük siyah tüy yumağından söz eder. Gwen onu görmek istemez; çünkü görürse mutlaka sahipleneceğini bilir. Ancak daha fazla dayanamaz ve onu görmeye gider. Bu arada minik kedicik bir operasyon geçirir; ancak ne yazık ki gözleri göremeyecektir. Gwen onu sahiplenir ve kendisi de kör olan Antik yunan Şairi Homeros'tan esinlenerek bu minik kediye Homeros adını verir. Bundan sonraki hayatı Scarlett, Vashti ve Homeros'la geçecektir.

Bu kitabı büyük bir merakla ve hevesle alarak okudum. Gwen Cooper, Homeros'un hayatına girmesi ile birlikte hayatında gerçekleşen değişimleri, düşüncelerini ve Homeros'un ona öğrettiklerini sıcacık bir dille aktarmış. Okurken gerçekten içiniz ısınıyor. Hele siz de bir kedi sahibiyseniz, tüm olayları neredeyse yaşayarak okuyorsunuz.

Kitapta altını çizdiğim çok pasaj var. Ancak özellikle paylaşmak istediğim bir bölüm var ki, sevdiğiniz ve değer verdiğiniz bir canın sizin için ne ifade ettiğini nefis bir şekilde açıklamış:

Eğer birisinde esaslı bir şekilde uğraşmaya değer bir şeyler görürseniz, onu hayatınızdan uzak tutacak hiçbir bahaneyi gözünüz görmez; ne doğru zaman olmayışını ne de eksiye düşen banka hesabınızı. Ne olursa olsun, kendinizi, hayatınızı onun etrafına kurabilecek kadar güçlü olmaya adarsınız. Bunu yaparak, her zaman olmaya çalıştığınız, gıpta ettiğiniz insan olmaya başlarsınız.


Gwen Cooper ve Homeros
Homeros
Kedi besleyenler bilir; çoğu zaman onun rahatı için kendi rahatınızı bozarsınız. Yemeğinizi, yatağınızı paylaşırsınız. Evin hiç büyümeyen çocuklarıdır onlar. Bugüne kadar sahiplendiğim kedilerimi düşünüyorum da... Romeo, Loli, Duman, Bella, Melek, Leyla, Fıttırık, Lokum, Tarçın, Bediş, Fındık, Ares... Kimi şu an yanımda değil, kimi hayata tutunamadı, kimi engelliydi, kimi elimde doğdu ve hala yanımda... Olmayanları özlüyor, olanlarla anın keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

İlk kedilerim Romeo ve Loli'yi hatırlıyorum da; Cooper'in dediği gibi;


Bu kediyi evime getirmeye karar verdiğim o an, hayatımın ilişkiler üzerine ilk hakiki ve yetişkin kararını aldım. Ve farkında olmadan, sonraki yıllarda yaşayacağım tüm ilişkileri yargılayacağım kriterleri belirlemiş oldum.

Bu kitabı okumanız için kedi besliyor olmanız gerekmiyor. Sıcak bir sevgi bağını görebilmeniz yeterli. Hem kimbilir, bu kitaptan sonra belki siz de bir kedinin hayatınıza renk katmasına karar verirsiniz ya da bundan sonra sokaklarda gördüğünüz o sevgiye muhtaç kedi ve köpeklere daha farklı bakar, onları daha çok seversiniz. Bunun için, bakmanız ve görmeniz yeterli.

Ne de olsa;

Kimse, görmek istemeyenden daha kör değildir.

Homeros'un hikayesini bir de dinlemek isterseniz: http://www.youtube.com/watch?v=JGKIcp-pyi4

5 Şubat 2013 Salı

LEYLA'NIN HİKAYESİ

O, yeni evime taşındığım gün evime gelen,
mama tırtıklayan,
sonra çıkıp tekrar sokaklara dönen,
ileriki günlerde ne zaman apartmanın kapısını açsam beni görüp kapıma koşturan,
mama yiyen,
uyuyan,
soğuk gecelerde kalan,
canı sıkılınca ya da tuvaleti gelince dışarı çıkmak isteyen,
kendini sevdirmek için kucağa zıplayan ama "hayır" dediğinizde asla ikiletmeyen,
munis bir kedi.

İlk taşındığım dönem tanıştık onunla.
Zaman geçtikçe eve gelip gitmeleri ve kalmaları arttı.
Sitedeki diğer tüm kedilerden farklı olarak insana alışkın ve sokulgan olması dikkatimi çekmişti.

Sonraları öğrendim ki, bir zamanlar o da bir ev kedisi imiş.

Aynı binadan taşınan bir aile giderken onu sokağa atmış ve arkalarına bile bakmadan çekip gitmişler.
Kimbilir,
belki benden önce kaç kişiye sokuldu da bir karşılık göremedi.

Dünyanın en güzel gözlü kedisi
Mahsun ve leyla bakışlarından dolayı bir süre sonra adını Leyla koydum ve ben de ona öyle alıştım ki, olmadığı günlerde belli aralıklarla sokak kapısını açıp apartmanda olup olmadığını kontrol etmeye, gelmediği gecelerde merak etmeye başladım.
Ne zaman sokak kapısını açsam,
kapı sesine koşturup mamanın başında aldı soluğu.

Apartmanımda buradaki kedileri besleyen ve Leyla için evinin kapısının önüne mama bırakan güzel insanlar olduğunu gördüm, onlarla tanıştım.

Hikayesini de onlardan dinledim zaten.

Bir süre sonra hamile olduğunu fark ettim ve insanların biraz daha hassas olabilmesini sağlamak adına Leyla'ya bir tasma taktım.


Ve birkaç gün sonra karşı komşum, apartmandan birilerinin Leyla'yı çok beğendiğini, sahiplenmek istediğini ama tasmasını görünce sahipli olduğunu düşündüklerini söyledi. Tasmayı benim taktığımı ve evet, sahipli olduğunu söyledim.

Sonra düşündüm:

Ben buraya gelmeden önce aylarca aynı yerde yaşayan,
evden yeni atılmış bir kedinin birçoğu yüzüne bakmazken;
şimdi aynı insanlar boynunda güzel bir tasma ile bakımlı halini görünce sahiplenmeyi düşünüyorlar.

Ve Leylacık 10 Şubat 2012'de anne oldu.


3 bebekten biri ölü doğdu.

Doğumdan 39 saat sonra bir ölü bebek daha dünyaya getirdi.
Doğumdan 48 saat sonra 3. ölü bebeğini doğuramadı.
Bebeğin kafası annenin içinde sıkıştı.

Anne kıvrandı, ağladı, bebeklerini emziremedi, saatlerce o bebeği doğuramadı.
Veterinerleri aradım, benim çıkarmam gerektiğini, daha fazla kaldıkça annenin zehirlenip ölebileceğini söylediler.
Denedim, olmadı..
Bir daha denedim, yine olmadı..
Yanımda birilerinin olmasına ihtiyaç duydum,
fiziken yardımcı olamasalar bile yanımda olsunlar,
yetecekti.

Leyla'yı kapısında besleyen komşuma gittim, evde yoktu.
Arkadaşlarımı aradım, telefonda destek verdiler, motive ettiler, yine yapamadım.
Bebek öyle bir sıkışmıştı ki...
Veterinerimi aradım yeniden.
Bunu yapmak zorunda olduğumu,
bunu yapmakla annenin hayatını tehlikeye atmayacağımı,
yapmazsam bunun tehlike yaratacağını,
yapamayacaksam veterinere gitmem gerektiğini söyledi.

Defalarca denedim, yapamadım.

Yakın bir arkadaşımı aradım, yardımına ihtiyacım olduğunu ve veterinere gitmemiz gerektiğini söyledim.
Koşarak geldi.

Ondan 10 dakika önce de o aradığım komşum geldi.

Durumu ve hissettiklerimi anlattım.
"Yanımda fiziken biri olursa belki güç verir" dedim.
"Tamam burdayım, hadi bir daha dene" dedi.
Bu arada Leyla'nın gözleri perdelendi ve sesi soluğu kesildi.
Son kez, Leyla'nın canını yakma pahasına denedim ve bebeği çıkarmayı başardım.
Leyla hemen ayağa kalktı, bebeklerini yanına çekti, sarıldı ve kendine geldi.



10 Şubat 2013'te bebeklerden yaşama tutunan ikisinin, Fıttırık'ın ve Lokum'un 1. yaşı.
Onlar benim de bebeklerim,
anneleriyle birlikte,
vazgeçemediklerim...
Fıttırık ve Lokum
Leyla...
Kimbilir kaç zaman yaşadığı evden bir anda sokaklara atılan,
aylarca yüzüne bakılmayan,
bir doğumda günlerce sancı çeken ve bebeklerini içinde ölü taşıyan bir kedi...
Bir anne..

Leyla artık son ve güvenli evinde...

Bir daha sokaklara dönmemek üzere...


20 Ocak 2013 Pazar

ŞİDDETE ŞİDDETLE KARŞIYIZ!


Ne zaman şiddetten söz edilse aklıma hemen yıllar önce gördüğüm ve fazlasıyla tebessüm ettiğim bir karikatür gelir:

Karı koca mahkemedeler. Kadın, hakime kocasıyla aralarında şiddetli geçimsizlik olduğunu anlatırken koca birden itiraz ediyor: Şiddetle itiraz ediyorum sayın hakim.
Kadın hemen atılıyor: Bakın, itirazında bile şiddet var.

Şiddet toplumsal yapımızın neredeyse kopulmaz bir parçası olmuş durumda. Ailede, okulda, yolda, televizyonda her yerde ya görerek ya yaşayarak öğrenilen ve daha sonra da uygulayarak, başkalarına öğretilen (!!!) bir olgu şiddet.

Şiddet, sözlük anlamı ile karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma” olarak tanımlanıyor.

Ancak şiddet; sadece fiziksel değil sözel, duygusal, ruhsal, ekonomik birçok yönde gerçekleşiyor ve özellikle çocukların ve gençlerin gelişimini olumsuz etkiliyor.

Peki neden bu kadar şiddetliyiz?

Hepimiz biliyoruz ki ailenin ve eğitim kurumlarının amacı; çocukların fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan sağlıklı yetişmeleri ve sağlıklı birer yetişkin olarak topluma kazandırılmalarını sağlamaktır. Bu eğitim sürecinde çocukluk döneminde atılan temeller sonraki dönemleri de büyük ölçüde etkiler.

Şiddeti uygulayanlara sorsanız, asla şiddeti onaylamadıklarını söylerler; ancak iş davranışların ve duyguların kontrolüne gelince durum değişir.

Aslında bilinç düzeyinde, şiddetin bireyde yarattığı örselenmeyi birçoğumuz fark edemiyoruz.

Birçoğumuzun bildiği, öğrenilmiş güçsüzlük hikayesi vardır ya hani. Çocukluğundan beri "yapma, etme, dokunma, gitme" vs. kısıtlamalarla ve "bak döverim, alırım ayağımın altına, gebertirim seni" gibi tehditlerle büyütülenler, hem yapamıyor, edemiyor, dokunamıyor, gidemiyor; hem de küçüklükten beyinlerine kazınan o tehdit cümlelerini yetişkinlikte kendi savurmaya başlıyor.

Kimse onları ayağının altına almadı, gebertmedi; belki birçoğu fiziksel bir şiddete maruz kalmadılar belki ama o sözlerin yarattığı duygusal şiddeti ne o sözleri savuranlar fark ediyor, ne maruz kalanlar, ne de 3. gözler.

Bu durumlar da,
bugün istenmeyen o şiddet uygulamalarına, farkında olmadan zemin hazırlıyor.

Şiddetsiz günlere...

8 Ocak 2013 Salı

SOKAK HAYVANLARINI UNUTMAMAK: BİR EV YAPMAK=CAN KURTARMAK




Kış günlerinin gelmesi demek, insanlar kadar sokak hayvanları için de ısınma ihtiyacının artması ve yemek bulmanın güçleşmesi demek.

Hayvanlar da insanlar gibi (birçoğu sokakta doğmuş ve büyümüş olsa dahi) soğuk havalarda üşürler. Her ne kadar tüyleri olsa da, bu onları ısıtmaya çok soğuklarda ne yazık ki yetmez. Hele de kısa tüylülerse...


Bu nedenle, birçok hayvansever evlerinin önüne, bahçelerine ya da uygun gördükleri noktalara kedi evleri yapıp yerleştirir. Kedi evinin yapımı çok kolaydır. Kedi evi yapımını en yaygın ve kolay anlatan videonun linkini aşağıda paylaşıyorum. Altında da birkaç örnek ile kendi yaptığım kedi evlerini görebilirsiniz. Hatta bunları büyük kolilerden yaparsanız, köpecikler de belki sığınabilirler.


http://www.youtube.com/watch?v=92pjb4nd1D0&noredirect=1


Sizler de eğer evinize alamıyorsanız, kapılarınızın önünde hayatta kalma mücadelesi veren bu minik canlar için 10 dakikanızı ayırın ve onlara bir ev yapın; yanına mama ve su bırakmayı unutmayın.


Kimbilir, belki de bu gece soğuktan donarak ölme ihtimali olan bir hayvanı kurtarmış olursunuz...



 
Bu manzaralar da benim balkonumdan :-)


2 Ocak 2013 Çarşamba

PAVLOV'UN BİR DE KEDİSİ VARMIŞ!

Pavlov'un köpeğini sanıyorum bilmeyen yoktur.

Hatırlamayanlar için hatırlatalım:


Pavlov'un köpeklerle yaptığı klasik koşullanma deneyleri vardır. İlk olarak birkaç kez zil çalınır; ancak köpek tepki vermez. Zilin ardından et verilir. Sonra etle birlikte zil çalınır ve köpek buna koşullanır. Daha sonra yine zil çalınır; ancak peşinden yine et verilmez. Ama köpeğin et verilmese de zilin ardından salyalarını akıttığı ve eti beklediği görülür. Buna koşullu refleks deniyor.


Düşünüldüğünde kedilerle böyle bir çalışma biraz zor olsa gerek. Peki, olsa nasıl olurdu? İnternet ortamında rastladığım, olası bir deneyin sonucunu sizlerle de paylaşmak istedim.


Sanırım böyle olurdu :-)